-
Lise
-
9.Sınıf
-
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
-
İslam ve İbadet
-
9.1.2.3.Ünite Özetleri
ve
1. ÜNİTE : BİLGİ VE İNANÇ
1. İSLAM’DA BİLGİ KAYNAKLARI
İnsan, diğer varlıklardan farklı olarak bazı yeteneklerle donatılmış ve en güzel şekilde yaratılmıştır. İnsan aklı ve hür iradesi sayesinde bu evrende etkin olmaktadır. Akıl ve hür iradenin etkinliği ise “bilgi” sayesinde gerçekleşmektedir.
Bilgi, doğrudan
insanın varlık yapısı ile ilgilidir. İnsan, yaratılışı gereği, farkına
vardığı her varlığı, olayı, olguyu, duygu ve düşünceyi anlamak ve imkânlar
ölçüsünde de açıklamak ister; şüphe eder, soru sorar ve merak
eder. İnsanın varlığını
layıkıyla sürdürebilmesi için bilmesi gerekir. Bilme onu diğer varlıklardan
ayıran en büyük özelliğidir. “Bilme” de ancak “bilgi” ile gerçekleşebilir.
İnsanın insanlığını gerçekleştirmesi, kültür ve uygarlık oluşturması da
ancak bilgi ile mümkün olabilir.
Felsefe, bilgiyi genelde bilen özne ile bilinen nesne arasında kurulan ilişki sonucunda ortaya çıkan ürün olarak tanımlar. Burada özne insan, nesne ise insanın dışındaki her şeydir. Buna göre bilgi, insan ile evren arasındaki ilişkilerin açıklanmasıdır.
Felsefede bilginin kaynağını deneyciler (empiristler) ve akılcılar (rasyonalistler) ve sezgiciler olarak ayırabiliriz. Deneycilere göre sadece duyu organlarıyla elde edilen, tecrübe edilen bilgiler vardır. Bilgi duyularla sınırlıdır. Akılcılara göre ise bilginin kaynağı akılla sınırlıdır. Onlara göre duyu organlarıyla elde edilen bilgi yanıltıcıdır. Akıl kökenli bilgiler/doğrular a prioridir (önsel) ve bu nedenle değişmez ve zorunludur. Sezgiciler ise bilgiyi sezgilerle sınırlarlar. Onlara göre doğru, kesin ve sağlam bilgiyi ya da hakikati ne deney ne de akıl verebilir.
Bilimsel yöntem akıl, deney ve gözleme dayalıdır. Bilimsel bilgi objektif, sistemli, tutarlı ve eleştriye açık bilgidir. Bilimsel bilgi doğa bilimleri (fizik, kimya, biyoloji ve astronomi), formel bilimler ( matematik, mantık), insan bilimleri (tarih, dil bilim, sosyoloji) olmak üzere üçe ayrılır.
Son yüzyılda bilim ve tekniğin ilerlemesiyle birlikte ortaya çıkan akım pozitivizm bilim anlayışı ise bilginin elde edilmesinin yolunun, deneye bağlı olduğu görüşüne savunur. Pozitivizm öncelikle, modern bilimi, bilimsel yöntemi yani deneyi ve gözlemi önemseyen bir düşünce sistemidir. Buna göre, metafiziksel ve dinî her türlü açıklama, gerçeklikle uyuşmamaktadır çünkü onlar için gerçek olan, deneyle varlığı kanıtlanmış olandır.
Sözlük anlamıyla ilim, mutlak olarak bilmek, sağlam olarak
bilmek, kesin olarak bilmek, deneyerek bilmek, bir şeyin gerçeğini bilmek
anlamlarına gelir. İlim, insanın vahiy, akıl ve duyu organları aracılığıyla
elde ettiği kesin bilgilere
denir. İlim, bir şeyi olduğu gibi ve gerçeğe uygun şekilde bilmektir. Bu
anlayışa göre, yanlış malumata bilgi denilmez. Bir şey hakkında düşünce
yoluyla derin bilgi ve anlayışa erişmek ise marifet olarak
ifade edilir.
İslam, bilgiyi teşvik eden ve bilgi edinmeye önem veren bir dindir. Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yaratmıştır. Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” (Alak suresi, 1-5. ayetler.)
Hz. Peygamber (s.a.v.)* de “İlim öğrenmek her Müslümana farzdır.” (İbn Maci Mukaddime, 17.) buyurarak bu konunun önemini ortaya koyar.
İslam ilme önem vermiş ve kötülüğün, küfür ve şirkin sebebini bilgisizlik ve cahillik olarak açıklamıştır. Kur’an’da bu durum şöyle açıklanmaktadır: “…O hâlde sakın cahillerden olma!” (En’am suresi, 35. ayet), “Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar.” (Fâtır suresi, 28. ayet.). Ayrıca Kur’an’da ilim ve âlimler övülmüş bilenlerle bilmeyenler şu ifadelerle açıkça belirtilmiştir: “…De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl izan sahipleri bunu anlar.” (Zümer suresi, 9. ayet.), “…Allah içinizden (gerçekten) iman etmiş olanları ve ilme kavuşmuş olanları yüksek derecelere çıkarsın…” (Mücadele suresi, 11. ayet.)
Kur’an’da insanın öğrenen ve bilen bir varlık olduğunu, bilginin kaynağının, insana bilmediklerini öğreten ve her şeyi bilen Allah (c.c.) olduğu da ifade edilir. Akıl, doğruyu yanlıştan ayıran, olaylar arasında sebep sonuç ilişkisi kurarak yargıda bulunan, bilgi üreten, kavramlaştıran bir yetidir. Duyular, görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma olmak üzere beş duyudan oluşmaktadır. Haber ise, doğru ve yalan olma ihtimali bulunan her çeşit bilgidir. Doğru bilginin, bunlardan birisi, ikisi veya her üçü yoluyla elde edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
İslam düşüncesine göre bu üç bilgi kaynağının her biri farklı bir alan ile ilgili bilgi vermektedir. Selim aklın verdiği bilgiyi duyular, selim duyuların sağladığı bilgiyi ise selim akıl veremez.
Kur’an, bilgi kaynağı olarak, vahiy başta olmak üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir. İnsan hayatının gayesi, Allah’ı (c.c.) bilmek, inanmak ve O’na ibâdet (kulluk) etmektir. Allah’ı (c.c.) bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan ancak bilgi vasıtalarıyla Allah’a (c.c.) giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu vasıtalarla bilir.
Selim Akıl (Sağlam Akıl)
“Göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için
elbette ibretler vardır.” (Âl-i İmrân suresi, 190. ayet) bu ayetle
anlatılmak istenen nedir?
İnsan için temel bilgi elde etme yollarından birisi selim akıldır yani sağlam akıldır. Akıl düşünme, anlama ve kavrama gücü olarak tanımlanır. Selim akıl ise insanın doğru karar vermesini sağlayan, herhangi bir olumsuzluktan veya ortamın kötülüğünden etkilenmeyen, yaratılışındaki temizliği ve saflığını koruyan akla denir.
Kur’an’da ancak bilgi sahibi olanların akledebileceği ise şu ayetle ifade edilmiştir: “İşte biz, insanlara bu misalleri anlatıyoruz ama bunların hikmetini gerçek bilgi sahibi olanlardan başkası kavrayamamaktadır.” (Ankebût suresi, 43. ayet.) Ayrıca Kur’an’da kafirler “Onlar sağır, dilsiz ve kördürler, çünkü onlar düşünmezler.” (Bakara suresi, 171. ayet.) ifadeleriyle uyarılarak insan için aklın önemli rolü açıkça gösterilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de aklın önemine şu hadisiyle açıklar: “Üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyandan, iyileşinceye kadar akıl hastasından, ergenlik çağına gelinceye kadar çocuktan.” (Buhari, Hudûd, 22.)
Aklı kullanmayı, düşünmeyi, akıl yürütmeyi emreden ayetlerden
bazıları şunlardır:
“Sağlam
düşünce ve inanç sahipleri için yeryüzünde açık kanıtlar vardır.
Hatta kendinizde de. Hiç görmüyor musunuz?” (Zâriyat suresi, 20-21.
ayetler.)
“Bu
bir mübarek kitaptır ki onu sana, insanlar ayetleri üzerinde iyice
düşünsünler, akıl iz‘an sahipleri ondan dersler, öğütler alsınlar diye
indirdik.” (Sad suresi, 29. ayet.)
“Siz
de sabah akşam onların yurtlarından gelip geçmektesiniz. (Bunları görüp
de) aklınızla değerlendirmiyor musunuz?” (Sâffat suresi, 137-138.
ayetler.)
İslam düşüncesinde akıl, dinî yükümlülükler için bir şarttır. Buna göre akıl sahibi olmayanların, aklını kullanmasında bir hastalık veya engel bulunan kişilerin, dinî kurallar karşısında herhangi bir sorumluluğu ve yükümlülüğü yoktur.
Kur’an insanın bu özelliğine de dikkat çekerek şöyle buyurmuştur: “Onların çoğu sadece zanna uyuyor. Oysa zan hiçbir şekilde gerçek ve kesin bilginin yerini tutamaz. Allah yaptıklarınızı çok iyi bilmektedir!” (Yunus suresi, 36. ayet.) Allah (c.c.) insanların arzu, istek ve zan ile hareket etmelerini, sorgulamadan taklit ederek, ataların izinden gitmelerini kınamış ve bu davranışları yasaklamıştır.
Sadık Haber (Doğru Haber)
İslam düşüncesine göre bilginin kaynaklarından biri de sadık haberdir. Sadık haber, vahiy ve peygamberlerden gelen haberlerden oluşur. Doğru haber, zorunlu bilgilerle hükmü kanıtlanan, duyularla kesinliği algılanan ve böyle olduğuna delil getirilebilen haber demektir. Dış gerçekliğe ve akla uygun olmayan haber ise yalan haberdir.
Din, haber içeren bilgilere dayanır. Bu haberler, melek ve peygamber tarafından getirildiği için doğru ve kesindir. Sadık haberler, gerçeğe uygunluğu bakımından mütevatir haber ve peygamberlerden gelen haber olmak üzere ikiye ayrılır:
Mütevatir Haber: Yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun naklettiği haberlerdir. Bu tanıma göre bir haberin mütevatir niteliğini kazanabilmesi için çok sayıda insan tarafından nakledilmesi ve çok sayıda insanın bir araya gelip beraberce bir yalanı, haber olarak nakletme imkânlarının bulunmaması gerekir.
Bir haberin mütevatir olmasının üç şartı vardır:
1. Her dönemde yalan söylemek üzere bir araya gelmesi imkânsız çok sayıda
insan tarafından nakledilmesidir. 2. Nakledenlerin sayısında
azalmanın olmamasıdır. 3. Olayı veya haberi
nakledenlerin görmüş veya duymuş olmasıdır.
Peygamberlerden Gelen Haber: Peygamberliği mucize ile desteklenmiş ve ispat edilmiş peygamberin verdiği haberdir ancak bu çeşit bilgi, peygambere inanan bir Müslüman için bir değer ve anlam ifade eder. İnanmayan için zorunlu bilgi ifade etmez. Peygamberden gelen haber hem Kur’an ayetlerini hem de sünneti kapsamaktadır.
İnsan, vahiy aracılığıyla aklı ve duyularıyla ulaşamayacağı pek çok bilgiye ulaşır. Evrenin yaratılışı, insanın yaratılışı ve amacı, ölümden sonraki hayat, cennet, cehennem, inanç, ibadet ve ahlakla ilgili pek çok kuralı vahiy aracılığıyla öğreniriz.
KUR’AN-I KERİM’DEN BAZI AYETLER
Evrenin yaratılışı
“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istivâ eden; geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki yaratma da buyurma da yalnız ona aittir. Âlemlerin rabbi olan Allah yüceler yücesidir.” (A’râf suresi, 54. ayet.)
İnsanın yaratılışı
“Hakikatte biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; imtihan edelim diye onu işitir ve görür kıldık.” (İnsan suresi, 2. ayet.)
Ahiret hayatı
“Hayır (ey insanlar)! Doğrusu siz çabucak gelip geçeni
seviyorsunuz, ahireti ise bir yana bırakıyorsunuz. Oysa o gün bir kısım
yüzler Rablerine bakarak mutlulukla parıldayacaktır. Bir kısım yüzler ise
o gün insanın belini kıracak bir felâketi
sezerek
sararıp solacaktır.” (Kıyâmet
suresi, 20-25. ayetler.)
Cennet ve Cehennem
“Siz ve eşleriniz, muhteşem bir şekilde karşılanıp ağırlanmak üzere
cennete girin. Orada altın tepsiler ve bardaklar cennetliklerin
çevrelerinde dolaştırılacaktır. Orada canların istediği, gözlerin zevk
aldığı her şey vardır ve siz orada sonsuza
kadar
kalıcısınız.” (Zuhruf
suresi, 70-71. ayetler.)
“Rablerini inkâr edenlere cehennem azabı vardır. Orası ne kötü bir
varış yeri! Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu
işitirler. Cehennem neredeyse öfkesinden çatlayacak! Oraya her bir grup
atıldıkça, muhafızları onlara,
“Size
bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorarlar. Şöyle cevap verirler: “Evet, doğrusu bize
bir uyarıcı (peygamber) gelmişti fakat biz onu yalancılıkla itham etmiş ve
‘Allah hiçbir şey göndermemiştir; siz gerçekten büyük bir sapkınlık
içindesiniz!’ demiştik.” (Mülk
suresi, 6-9. ayetler.)
İnanç, ibadet ve ahlak
“Allah’ın elçisi ve müminler, Rabbinden ona indirilene iman
ettiler. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine
inandılar. ‘O’nun elçileri arasında ayırım yapmayız’ ve ‘İşittik, itaat
ettik, bağışlamanı dileriz Rabbimiz, gidiş
sanadır’
dediler.” (Bakara suresi, 285.
ayet.)
“O tövbekârlar, ibadet edenler, hamdedenler, dünyada yolcu gibi yaşayanlar, rükûa varanlar, secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten alıkoyanlar, Allah’ın sınırlarını gözetenler; müjdele o müminleri!” (Tevbe suresi, 112. ayet.)
Akıl ve duyu organları Allah’ın (c.c.) bizlere karşılıksız olarak verdiği nimetlerin en önemlileridir. Kur’an’da aklı ve duyu organlarının doğru şekilde kullanımı konusunda bizleri uyaran ayetlere yer verilir.
Allah (c.c.), duyulardan özellikle aklî bilgiye ulaştıracak verileri temin eden işitme ve görmeye vurgu yaparak, bunların verdiği bilgilerin inanca temel teşkil edeceğini ve inkârı imkânsız kıldığını belirtmektedir:
‘‘Onlara, size vermediğimiz yerler ve imkânlar verdik; kendilerini kulak, göz ve kalplerle donattık. Onlara kulakları da gözleri de kalpleri de hiçbir fayda sağlamadı çünkü onlar Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlardı. Alaya aldıkları şeyler kendilerini kuşatıverdi!”(Ahkâf suresi, 26. ayet.), “Yeryüzünde hiç dolaşmıyorlar mı ki ibret almış kalplere yahut işitmiş kulaklara sahip olsunlar! Şu bir gerçek ki gözler körleşmez fakat göğüslerdeki kalpler körleşir.” (Hac suresi, 46. ayet.)
İslam düşüncesinde rüya, keşif ve ilham bilgi kaynağı
değildir çünkü bunlar özel ve öznel bilgi kaynaklarıdır.
Rüya; uyku
sırasında zihinde beliren görüntülerin bütününü ifade eder.
İlham; gönle
doğan şey, kalbe gelen mana, akıl yürütme ve düşünmeye dayanmaksızın elde
edilen bilgiye denir.
Keşif; tasavvufta
aklın ve duyuların yetersiz kaldığı kabul edilen konularda ilham
yoluyla bilgi edinmeye denir. (MEB Dinî Terimler Sözlüğü, s. 165, 202.)
Güncel Bilgi Kaynakları (Dijital Kayıtlar)
Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler ve değişmeler, bilginin işlenmesi, depolanması, erişimi ve iletilmesine yönelik sistemleri etkilemekte; görsel ve işitsel araçlar, dijital bilgi kaynakları, ağlar gibi farklı araç, yöntem ve kavramları ön plana çıkarmaktadır. Bu durum, bilginin farklı ortamlarda (basılı veya dijital) tür ve biçimlerde sunulmasını da beraberinde getirmektedir.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin etkisiyle uzaktan eğitim, elektronik öğrenme (e-öğrenme), açık eğitim, mobil öğrenme gibi kavramların ve olanakların ortaya çıktığı; bu sayede bireylerin farklı coğrafi alanlarda ve dijital ortamlarda yer alan bilimsel çalışmalara, eğitim içeriklerine, kütüphanelere, çeşitli ağlara ve bilgi kaynaklarına uzaktan kolaylıkla erişebilmektedirler.
Kur’an-ı Kerim’de Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının çünkü bazı zanlar günahtır. Birbirinizin mahremiyetini (gizliliklerini) araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; Herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tevbeyi çokça kabul edendir, rahmeti sonsuzdur. ”(Hucurat suresi, 12. ayet)”
Mahremiyet sadece kişilerin hayatları için geçerli değildir. Devlet kurumlarının ve şahsa ait kurumların da mahrem ve gizli kalması gereken bilgilerini gizlice araştırmak ve açıklamak doğru bir davranış olmadığı gibi ayrıca suçtur.
Bilgiyi Sevme
İslam dini bilgiye önem vermiş, “…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu sadece akıl sahipleri hakkıyla düşünür.” (Zümer suresi, 9. ayet.) ayetiyle de bilgiye önem ve değer veren insanları da övmüştür.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bilgi peşinde koşan kişileri şöyle müjdelemiştir: “Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah’a yakarır. Âlimin, abide (ibadet edene) üstünlüğü, (parlaklık, görünürlük ve güzellik bakımından) ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegane miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.” (Tirmizi, İlim, 19)
İlmin kaynağı olan Allah (c.c.) onu, kuşkusuz çalışana, talip olana bahşetmektedir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) “İlim ancak öğrenmekle elde edilir.” (Buhari, İlim, 10.) buyurmuş ve bu gerçeği dile getirmiştir.
Peygamberlerin mesajının özü ve esası bilgidir. Nübüvvet geleneğinin son temsilcisi olan Hz. Peygamber’in (s.a.v.) öğretisinin temelinde de ‘bilgi’ vardır. O, kendisinin bir muallim olarak gönderildiğini belirtmiştir. “Ben ancak muallim olarak gönderildim…” (İbn Mace, Sünnet, 1) Peygamberimiz (s.a.v.) “Öğreten, öğrenen, dinleyen ya da ilmi seven/destekleyen ol, beşincisi olma, helâk olursun!”( Dârimî, Mukaddime, 26.) diyerek Müslümanlara bilgiyi sevmelerini tavsiye etmiştir. Ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.) “Öğreten ve öğrenen, sevap konusunda eşittir.” (İbn Mâce, Sünnet,17.) sözüyle, bilgi alışverişini insanlar arasındaki ilişkinin temeline koymuş ve bilmeyenleri öğrenmeye, bilenleri de öğretmeye teşvik etmiştir.
Doğru Bilgiye Ulaşma
Bilginin doğru olması için duyu organlarının sağlam,
aklı selim, vahye bağlı haberin yalandan uzak olması gerekir. İslam
Müslümanların doğru bilgi edinip bu bilgiye göre davranmalarını emreder.
Müslümanların zan, hurafe, gelişi güzel haber ve dedikoduya inanması
doğru bir davranış değildir. Allah (c.c.) bu
konuda şöyle buyurur: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme
çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ suresi, 36. ayet.)
İslam dininde bir haber geldiğinde onun doğruluğunu araştırmamız
emredilmektedir. “Ey müminler! Şayet size bir fasık haber getirirse onun
doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden birilerini rencide eder de sonra
yaptığınızdan pişman olursunuz.” (Hucurât
suresi, 6. ayet.)
Kur’an’da Allah (c.c.), “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ suresi, 36. ayet.) buyurarak insanların doğru bilgiye ulaşmasının hem davranış hem de sorumluluk açısından önemini belirtmiştir.
Felsefede doğru bilginin ölçütleri şunlardır:
1. Uygunluk
2. Tutarlılık
3. Apaçıklık
Faydalı Bilgi ve Bilgi Ahlakı
“Allah’ım! Huşu duymayan kalpten, kabul edilmeyen duadan, doymayan
nefisten ve fayda vermeyen ilimden sana sığınırım. Bu dört şeyden sana
sığınırım.” (Tirmizi, Deavat,
68)
İslam’da bilgi edinmek ve ilim sahibi olmak kadar bilginin mahiyeti yani ne
bildiğinde çok önemlidir. Peygamberimiz
(s.a.v.) “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım.” (Tirmizî, Daavât, 68)
buyurarak ilmin faydalı olması gerektiğini bildirmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.), ilim öğrenme ve onu
başkalarına öğretme işinin, kişiye nasıl üstünlük kazandırdığını şöyle
vurgulamaktadır: “Ancak iki kişiye gıpta edilir: Onlardan biri, Allah’ın kendisine
mal verdiği ve Hak yolunda o malı harcamasına imkân tanınan kişi,
diğeri de Allah’ın kendisine hikmet verdiği ve onunla hüküm veren ve onu
başkalarına öğreten kişidir.” (Buhari, İlim,
15.) Peygamber
Efendimizin (s.a.v.), “Bir ilim öğreten kimseye,
-onların sevabında
bir
eksilme olmaksızın- öğrettiği ilimle amel edenlerin kazandıkları sevap
kadar sevap verilir.” (İbn
Mace, Sünnet, 20.) buyurması da bilgi sahibi
olup onu aktarmanın değerini ve önemini dile getirdiği gibi bilginin
davranışlara yansıması gerektiğine de işaret etmektedir. Kur’an’da insanlara
bilgi konusundaki sorumluluklarını şöyle hatırlatır: “Sizler
kitabı okuduğunuz hâlde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor
musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara suresi, 44. ayet.)
Peygamberimiz (s.a.v.), bilgi öğretmeyi sadaka olarak nitelendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Sadakanın en faziletlisi, Müslüman’ın bir bilgi öğrenmesi sonra da o bilgiyi Müslüman kardeşine öğretmesidir.” (İbn Mace, Sünnet, 20.) Bilginin sonraki nesillere aktarılması da aynı sorumluluk içerisinde düşünülmelidir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i cariye (faydası kesintisiz sürüp giden sadaka), kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat.” ( Müslim, Vasiyyet, 14.) Bilgi, salih amel ve sadaka-i cariyedir.
“Resûlullah’ı (sav) şöyle derken işittim: ‘Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah’a yakarır. Âlimin, abide (ibadet edene) üstünlüğü, (parlaklık, görünürlük ve güzellik bakımından) ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegane miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.” (Tirmizi, İlim, 19)
Bilginin Kullanımı ve Muhafazası
İnsanın, Allah’ın (c.c.) bilgisinin kuşatıcılığını ve kendi bilgisinin sınırlılığını kabul etmesi, bilgi ahlâkının temel bir gereğidir. Bilgi sahibi olmaktan amaç, hakikati kavramak özellikle de Allah’a yakınlaşmaktır.
Modern dönemde insanlar, zenginleşme ve tabiata hükmetme noktasında bilginin gücünü keşfettiler. Bilginin teknolojiye dönüştürülmesi olumlu bir durum iken, menfaatleri uğruna ellerindeki teknolojik gücü sorumsuzca kullanmak ahlaki bir sorumluluk gerektirir. Kur’an bu konuda şöyle buyurarak insanları uyarır: “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rûm suresi, 41. ayet.)
Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle dua etmiştir: “Allah’ım!
Huşu duymayan kalpten, kabul edilmeyen duadan, doymayan nefisten ve fayda
vermeyen ilimden sana sığınırım. Bu dört şeyden sana sığınırım.” (Tirmizi, Deavat, 68.) Kuşkusuz,
kendini bilen, Rabbini de bilir. Yunus’un
dediği gibi:
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?!”
2. İSLAM İNANCINDA İMANIN MAHİYETİ
İman, sözlükte “güven içinde bulunmak, korkusuz olmak, tasdik etmek ve inanmak” anlamlarına gelir. İman, Peygamberimizin (s.a.v.) Allah’tan (c.c.) getirdiği her şeyi tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip ve bunların doğru olduğuna gönülden inanmaktır. (MEB Dinî Terimler Sözlüğü, s. 167.)
Allah’a (c.c.), Hz. Peygamber’e (s.a.v.) ve onun haber verdiği her şeye yürekten inanıp, kabul ve tasdik eden kimseye mümin denir. Korku ve şüphenin yerini güvende olma ve sakinlik hakim olur. İmanın zıddı inkârdır.
Kâfir sözlükte, hakikati örtmek, inkâr
etmek ve yalanlama demektir. Allah’ın (c.c.) varlığını
reddeden, İslam dininin temel esaslarına inanmayan, Kur’an-ı Kerim’in
bir veya birkaç ayetini veya tamamını inkâr eden kişiye de kâfir denir.
Kur’an-ı Kerim,
müminlerin özelliklerini şöyle açıklar: “Müminler ancak o
kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri
kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar
sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan,
kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan
kimselerdir. İşte onlar gerçekten müminlerdir. Onlara, Rableri
katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık
vardır.” (En’fal
suresi, 2-4. ayetler.)
İslam, sözlükte “kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak, teslim etmek, vermek, barış yapmak,” anlamlarına gelir. İslam, terim olarak Yüce Allah’a (c.c.) itaat etmek, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) getirdiği şeylerin hepsini kalp ile tasdik edip (onaylamak) ve dil ile söyleyerek Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları doğrultusunda yaşamaktır. (MEB Dinî Terimler Sözlüğü, s. 176.)
Allah’ın (c.c.) dinine teslim olan, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) din adına bildirdiği her şeye gönülden bağlanan, ibadetlerini yerine getiren, dinin güzel ahlakını davranışlarına yansıtarak inandığı gibi yaşayan kişiye Müslüman denir. Buna göre, Müslüman inancının gereğini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişidir.
Kur’an-ı Kerim’de insanlar iman yönünden şu şekilde
gruplandırılmıştır:
1. Mümin: Allah’a
(c.c.) iman eden kişi.
2. Münafık: Allah’a
(c.c.) inanmadığı hâlde inanmış gibi yapan kişi.
3. Kâfir: Allah’a
(c.c.) inanmayan kişi.
4. Müşrik: Allah’tan
(c.c.) başka ilah olduğunu kabul eden kişi.
İman Tasdik ve İman İkrar İlişkisi
İmanın en önemli unsuru kalp ile tasdiktir. İman, Allah’ın (c.c.) varlığını, birliğini, sıfatlarını, peygamberlerini, ahiret gününü ve bunlardan başka iman edilmesi gereken şeyleri kalp ile tasdik edip (onaylayıp) dil ile ikrar etmesidir.
İman bir kalp işidir. Dil ile ikrar her zaman yeterli değildir
çünkü kalpleriyle inanmadıkları hâlde ağızlarıyla “inandık” diyenlerin
durumunu Allah (c.c.) şöyle
kınamaktadır: “Ey peygamber! Kalpleri inanmadığı hâlde ağızlarıyla “iman ettik” diyenlerden
ve Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar hep yalana kulak
verirler, sana gelmeyen başka bir kesimi dinler dururlar; kelimeleri
konulduğu anlamlarından kaydırıp değiştirirler…” (Maide suresi, 41. ayet.)
İmanın kalp ile ilgili bir husus olduğu Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “İşte
onların kalbine Allah imanı yazmış…” (Mücâdele suresi, 22. ayet.),
“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar kimi de
saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbine darlık ve sıkıntı verir.
Allah inanmayanları işte böyle cezalandırır.” (En’âm suresi, 125. ayet.)
Tevhid, kelime olarak “birlemek” anlamına gelir. Allah’ın (c.c.) varlığına, birliğine ve bütün yüce sıfatları kendisinde topladığına inanmaktır. Bu inanç en özlü biçimde “kelime-i tevhid”te ifade edilmiştir.
Kelime-i tevhid: “Lâ ilâhe illallah
Muhammedün Resulullah” sözüdür.
Anlamı: “Allah’tan başka ilah yoktur. Hz.
Muhammed O’nun elçisidir.”
Kelime-i şehadet: “Eşhedü en lâ ilâhe
illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resulüh” sözüdür.
Anlamı: “Ben Allah’tan başka ilah olmadığına,
Hz. Muhammed’in, O’nun kulu ve elçisi olduğunu şehadet
(şahitlik) ederim.”
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de tevhid inancı ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “De ki: O Allah birdir. Her şey ona muhtaçtır. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi de yoktur.”( İhlâs suresi, 1-4. ayetler.)
İman Bilgi İlişkisi
“… Allah’a karşı ancak kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”( Fâtır suresi, 28. ayet.)
İman, kalp ile tasdiktir fakat bunun için kişinin neye iman ettiği hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Bu anlamda iman ile bilgi arasında yakın ve açık bir ilişki vardır. Dolayısıyla her inanan kişi, neye inandığını bilmeli fakat her bilgi sahibi kişinin de inanması beklenilmez. Bundan dolayı imanın temel unsuru kalp ile tasdiktir. İnanılacak konularda bilgi sahibi olan kişi kalbiyle ve özgür iradesiyle tasdik eder ve Allah’a (c.c.) teslim olur.
İman Amel İlişkisi
“İman edip salih amel işleyenlere ne mutlu! Varılacak güzel yurt da onlar içindir.” (Ra’d suresi, 29. ayet.) Amel, sözlükte “yapılan iş, eylem ve fiil” anlamlarına gelir. Dinî anlamı ise dünya ve ahirette ceza veya mükafat konusu olan, iradeye dayanan her türlü iş ve davranış demektir. (MEB Dinî Terimler Sözlüğü, s. 17.)
İman; Hz. Muhammed’in Allah’tan (c.c.) getirdiği esasların doğru olduğunu kabul edip onlara gönülden inanmaktır. İbadet ise Allah’ın (c.c.) rızasını gözeterek yapılan her türlü güzel iş ve davranış demektir. İman ve ibadet; İslam dininin en önemli iki temel unsurudur.
Taklidî İman ve Tahkikî İman
“Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmrân suresi, 191. ayet)
İman; inanılacak hususların kesin
delillere dayalı olup olmamasına göre de taklidî, tahkikî iman diye
ikiye ayrılır:
1) Kesin bilgilere, delillere ve bir araştırmaya dayanmaksızın; ana ve
babadan, öğretmen veya çevresindeki insanlardan görerek ve öğrenerek;
doğup büyüdüğü toplumun inançlarına herhangi bir sorgulama
yapmaksızın inanmaya
taklidî iman denir. Taklidi
iman, Müslüman bir toplum içinde doğup büyümüş olmanın doğal bir
sonucudur.
2) Kesin delillere, bilgiye, araştırmaya dayalı imana ise tahkikî iman denir. İmanda aslolan budur. İnsanın neye niçin inandığını araştırıp bilmesi gerekir. Bir kimse inanç konularında araştırma ve sorgulama yaparak tahkikî imanın oluşmasını sağlar.
Öncülleri Kur’an ve hadise dayanan delile nakli delil veya dinî delil denir. Öncülleri akla dayanan delile akli delil denir.
3. KUR’AN’DAN MESAJLAR: İSRÂ SURESİ 36. AYET VE MÜLK SURESİ 23. AYET
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra suresi, 36. ayet)
Ayette bu bilgi kaynaklarının doğru kullanılması gerektiği, bunlardan sorumlu olunduğu ifade edilmektedir. Kuşkusuz bu yasak, insan ilişkileriyle ilgili olup bilimsel ve fikrî konularda kurallara uygun olarak tahminler yürütmek, görüş belirtip ictihadlarda bulunmak meşrû, hatta gereklidir. (Kur’an Yolu Tefsiri C 3, s. 481-482)
İnsan bu bakımdan nelerin sorumluluk getireceğini ve nelerin de kendi aleyhine olabileceğini bilme imkânına sahiptir. Dolayısıyla bilmediğini iddia ederek yaptığı yanlış davranışlardan dolayı ahiret gününde hesaptan kurtulması mümkün değildir.
Meal: Kuran ayetlerinin tam
karşılıkları başka dillere aktarılmadığından, ayette anlatılmak
istenileni kelimesi kelimesine değil de biraz eksiğiyle başka bir dile
çevirme ve yakın anlamlar vermesine denir.
Tefsir: İnsanın
bilgi birikimi ve Arap diline hakimiyeti ölçüsünde Kur’an-ı Kerim
metninin içerdiği manaları ortaya çıkarması ve yorumlamasına
denir. (MEB Dinî Terimler Sözlüğü, s. 226, 356.)
2.ÜNİTE DİN VE İSLAM
1. DİNİN TANIMI VE KAYNAĞI
Din, sözlükte “örf ve âdet, ceza ve karşılık, mükâfat, itaat, hesap, boyun eğme, hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat” gibi anlamlara gelir. (İlmihal Diyanet s. 1)
Kur’an-ı Kerîm’de din kelimesi sadece Müslümanların değil, başkalarının inançlarını da ifade etmek üzere kullanılmıştır ancak Kur’an-ı Kerim’de din kelimesi en çok “Allah’ın gönderdiği Tevhid dini” anlamında kullanılmaktadır.
Din kelimesinin anlamında Mekke döneminde
gelen ayetler ile Medine döneminde gelen ayetler arasında farklılık göze
çarpar. Mekke döneminde gelen ayetlerde din, tarihin akışına ve
tabiatın gidişine yön veren, zamana ve âleme hükmeden, dini ortaya koyan,
hesap
gününü elinde tutan Allah’ın otoritesi anlamına gelir. Medine döneminde
ise bu tanım genişletilerek; kişinin Allah’a bağlı bir hayat sürdürmesi,
Müslüman topluluğuna karşı görevlerini yerine getirmesi;
Allah’ın mutlak tasarruf ve hâkimiyete sahip olması anlamlarına
gelmektedir.
• Dinin psikolojik tanımları dinin, dinî objeyle ilişkin insanın duyguları, hisleri ve psikolojik durumlarıyla ilgili olduğunu vurgular. Örneğin; “Din, sakin bir şekilde düşünüldüğünde, dehşete düşüren bir sahra olan bir dünyada teselli aramanın sonucudur.” (Ferguson) “Din; derin, deruni tecrübenin bir türüdür.” (Friedrich Schleirmacher)
• Dinin sosyolojik tanımları dini, kültürel normları şekillendiren
bir grup bilinci ya da genel olarak toplumun üretimi olarak vurgular. Örneğin;
“Din, değerlerin muhafazasıdır.”( Harald Hoffding) “Din, kutsal şeyler,
yani ayrı tutulan ve yasak kabul
edilen şeylerle ilgili inanç ve pratiklerden ibaret birleşik bir sistemdir.
(Emile Durkheim)
• Felsefi tanımlarda din, genel olarak gayr-i şahsi soyut bir kavrama uygun olarak tasvir edilir. “Din, insanın, kendisinin dışında bir varlık olarak kendine özgü varlığıyla ilişkisidir.” (Ludwig Feuerbach) “Din, insanın kutsal saydığı şeylerle olan ilişkisidir.” (Rudolf Otto) “Din, ruhsal varlıklara inançtır.” (Tylor)
Çeşitli disiplinlerde yapılan tarifle e baktığımızda yapılan tarifle in dinin bir yönü ele alınarak yapıldığını görürüz. Bu yüzden de bütün bilginlerin birleştiği bir din tanımı bulmak imkânsızdır.
İslam inancına göre din, Yüce Allah tarafından konulur. Bu sebeple dinî hükümlerin kaynağı da Yüce Allah’tır. Bütün peygamberlerin getirdiği inanç sisteminin ortak içeriği Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatlarına inanmak, O’nun mükemmel bir varlık olduğunu kabullenmek, nübüvvet ve ahiret inancını benimsemektir.
2. İNSANIN DOĞASI VE DİN
Yüce Allah (c.c.) evrende görünen ve bizlerin görmediği pek çok varlık yaratmıştır. Yaratılan varlıklar arasında insanın özel ve ayrı bir yeri vardır çünkü Yüce Allah evreni ve evrendeki her şeyi insan için yaratmıştır.
İnsan, akıl ve irade sahibi olmasından dolayı diğer varlıklardan
farklıdır. İnsan akılını kullanarak doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden
ayırabilir. İrade sahibi olmasıyla da seçme ve karar verme özgürlüğüne
sahiptir. Bu özelikler, insanın Allah (c.c.) tarafından muhatap
alınmasına
ve yaptığı eylemlerden sorumlu tutulmasına sebep kılınmıştır.
İnsan yaratılışı gereği her zaman yüce ve kudretli bir varlığa güvenme, ona sığınma ve ondan yardım dileme ihtiyacını hisseder.
Yüce Allah (c.c.) her insanı fıtrat üzere yaratmıştır. Fıtrat; Yüce Allah’ın (c.c.), tüm varlıkları kendi varlığını ve birliğini tanıyabilme gücü ve yeteneği ile yaratması, hanifl k, tevhid ve İslam inancıdır.
Hanifl k, Kur’an-ı Kerim’de tevhid anlamını içerir ve şirk kuşkusu taşıyan her türlü sapık görüşten uzaklaşmak, Allah’ın birliği inancına yönelmek ve ihlaslı bir şekilde yalnız O’na kulluk etmek anlamına gelir.
Hanif
Doğruya
ve hakka bağlanan, gerçeğe dönen, Müslüman, muvahhit, Allah’ı
birleyen, tevhid ehli, şirk ve sapıklığı hiçbir zaman iyi
görmeyen, şirke meyletmeyen, Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği tevhid
inancını koruyan; Hz. Muhammed’in peygamber olarak
gönderilmesinden önce Allah’ın varlığına ve birliğine inanan kimse
demektir. (MEB. Dinî Terimler Sözlüğü, s.121.)
3. İMAN VE İSLAM İLİŞKİSİ
Terim olarak iman, Hz. Peygamberin vahiy yoluyla getirdiği tüm hususlarda tereddütsüz tasdik etmek ve getirdiklerine inanmak demektir. Bu inancı benimseyen kişiye Mümin denir. İnancın gereklerini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişiye de Müslim denir.
İman, bir kişinin Allah’ın (c.c.) varlığını, birliğini, sıfatlarını, peygamberlerini, ahiret gününü ve bunlardan başka iman edilmesi gereken şeyleri kalp ile tasdik edip dil ile söylemesidir. Bu bakımdan iman, öncelikle kalbin tasdik etmesidir.
İslam dininde bir kimsenin mümin olabilmesi için samimi bir
şekilde kelime-i tevhid veya kelime-i şehadeti kalben kabul edip
söylemesi
gerekir.
Kelime-i tevhid; “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah; Allahtan başka ilah yoktur. Muhammed O’nun resulüdür.” cümlesidir. Kelime-i şehâdet ise “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûluh; yani Ben Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve resûlu olduğuna şahitlik ederim.” cümlelerini, içten ve samimiyetle kabullenen kişilerde iman oluşmuş demektir.
İslam, sözlükte kurtuluşa erme, güven, emniyette olma, boyun eğme, itaat, teslim olma; sulh ve barış yapma, anlamlarına gelir. Terim olarak ise şirkten ve şirk ahlakından uzaklaşıp Allah’ın birliğini ve Hz. Peygamberin hak oluşunu kabul ederek Allah’ın emrine peygamberin sözüne uyup teslimiyet göstermek demektir. (MEB, Dini Terimler Sözlüğü, s. 176.)
İslam dinine girerek bütün benliği ile Allah’a teslim olan, onun koyduğu ilkelerle barış ve esenliğe kavuştuktan sonra kendisine güven duyan ve başkalarına da güven veren kimseye Müslüman denir. (MEB, Dinî Terimler Sözlüğü, s. 266.)
Şu ayette iman ile İslam aynı anlamda kullanılmaktadır: “…Ancak ayetlerimize inanıp da teslim olanlara duyurabilirsin.” (Neml suresi, 81.ayet.) Eğer iman ile İslam aynı anlamda kullanılırsa o zaman her mümin Müslimdir, her Müslim de mümindir.
İman ile İslam’ın farklı kavramlar olarak ele alınması durumunda her mümin, Müslim olmakta fakat her müslim, mümin sayılmamaktadır. Çünkü bu anlamda İslam, kalbin bağlanışı ve teslimiyeti değil de, dilin ve organların teslimiyeti, belli amellerin işlenmesi demektir.
4. İSLAM İNANÇ ESASLARININ ÖZELLİKLERİ
İslam inancı, Allah’a samimi ve içten bir şekilde bağlanmayı gerektirir. İslam’ın inanç esasları itikat olarak isimlendirilir. İtikat sözlükte, gönülden bağlanma, kesin karar verme, samimi olarak inanma anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak, dünya ve ahirette insanların mutlu olmaları için Allah’ın göndermiş olduğu kuralların hepsini kesin bir şekilde kabullenme, iman etme anlamına gelir. (MEB. Dinî Terimler Sözlüğü, s.185.)
İMANIN ESASLARI
Allah’a
İman
Peygamberlere
İman
Meleklere
İman
Kitaplara
İman
Kadere
İman
Ahirete
İman
İnanç esaslarının kendilerine has birtakım özellikleri vardır.
Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
1. İnanç esasları açık ve sadedir. İnsanın bunları algılamasında bir problem
olmayacak niteliktedir. Emredilen de yasaklanan da gayet
açık bir şekilde belirtilmiştir.
2. İslam inanç esaslarını sade ve yalın olduğu için aklını ve iradesini doğru kullanan her insan tarafından kolayca öğrenilir ve kabul edilebilir. İslam inanç esasları kul ile Allah arasında hiç bir aracı kişi ya da kurumun olmasına izin vermez.
3. İnanç esasları dogmatik değildir. Dogma: belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesidir. İslam inanç esasları vahiy kaynaklıdır. İnsanlar tarafından oluşturulmadığı için de baskı ve zorlama yoktur. İnanç esaslarının kabulü gönülden bağlılıktır. İslam inanç esasları baskı ve zorlamayla kabul edilemez.
4. İslam inanç esaslarının benimsenmesi insanın hür iradesine bırakılmıştır.
5. İslam inanç esaslarını kabul eden bir kişi hem ümit hem de korku içinde olmalıdır.
İslam inanç esasları insana korku ve ümit arasında dengede olmayı öğretir. İnsan korku ve ümit arasında Allah’ın (c.c.) rahmetini dilemelidir.
Allah’ın varlığına inanmakla birlikte O’nun vasıfları hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Varlığına inandığımız Allah’ı sıfatlarıyla tanımalı, O’nun bizimle ve bütün varlıklarla ilişkisini anlamalıyız. Bizler Yüce Allah’ı Kur’an’da geçen ve Peygamberimizin bildirdiği isimlerinden tanırız. Yüce Allah’ın bütün isimleri için esmâ-i hüsna kavramı kullanılır.
Peygamberimizin bir hadisinde: “Allah Teâlâ’nın doksan dokuz isminin olduğu ve bunları sayanın cennete gireceği bildirilmektedir.” (Buhari, Tevhid 12.) Ancak Allah’ın isim ve sıfatları 99 isimden ibaret değildir. Allah’ın ayet ve hadislerde geçen başka isimleri de vardır. Hadiste 99 sayısının zikredilmesi, sınırlama anlamına değil, bu isimlerin Allah’ın en meşhur isimleri olması sebebiyledir.
5. KUR’AN’DAN MESAJLAR: NISÂ SURESI, 136. AYET
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa suresi, 136. ayet.)
Bu ayette iman esasları ve iman esaslarına nasıl iman edilmesi gerektiği bizlere bildiriliyor. Ayrıca iman esaslarını kabul etmeyen kimselerin durumuna değiniliyor.
Bu ayet, birinci anlamda Müslüman olanlara, ikinci anlamda, yani tam bir mümin olmalarını emretmektedir. (Mevdudi, Tefhi ul Kur’an, C 1, s. 40.)
Dikkate şayandır ki iman fıkrasında “Allah’a, Resulüne, Resulüne indirilen kitaba, ondan önce indirilmiş olan kitaba” diye dört şeye iman belirtilmiştir. Bu da “Allah’a iman, Peygambere iman, kitaplara iman” diye üç mertebede özetlenebilir. Hâlbuki küfür fıkrasında, “Allah’ı inkâr, meleklerini inkâr, kitaplarını inkâr, peygamberlerini inkâr, ahiret gününü inkâr” diye melekler ve ahiret günü de eklenerek beş şey açıklanmış, hem de Resûl’e diğer Resûller de eklenmiştir.
İman esasları Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde karşımıza çıkmakla birlikte peygamberimiz Hz. Muhammed de (s.a.v.) bir çok hadisleriyle bu esaslardan bahsetmiştir. Bunlardan en meşhuru Cibril hadisi diye anılan hadisi şeriftir.
3. ÜNİTE İSLAM VE İBADET
1. İSLAM’DA İBADET VE KAPSAMI
İnsan, yaratılmışların en üstünü ve en güzel şekilde yaratılmış
olanıdır. Yüce Allah (c.c.) insanı diğer varlıklardan ayrı ve
üstün yaratmıştır. Bu durum bir ayette şöyle ifade edilmektedir: “Biz insanı
en güzel biçimde yarattık.” (Tin suresi, 4.ayet.) Başka bir
ayette
ise “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde
taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları
yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” ( İsra suresi, 70. ayet.) buyrulmaktadır.
İnsan; yaratıcısını tanımak ve O’na ibadet etmek için
yaratılmıştır. Bu durum Zariyat
suresi, 56. ayette şöyle geçmektedir: “Ben cinleri
ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Başka bir ayette
de “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı
yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk suresi, 2.ayet.)
buyrularak insanın yaratılış gayesinin
Yüce Allah’ın (c.c.) iradesi doğrultusunda bir hayat yaşamak olduğu vurgulanmaktadır
Sözlükte “boyun eğme, alçakgönüllülük, itaat, kulluk, tapma, tapınma”
anlamlarına gelen ibadet dinî
bir terim olarak insanın Allah’a
(c.c.)
saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle
ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışlardır.
İbadetin kendi içinde bir özel bir de genel anlamı vardır. Özel anlamda ibadet, Yüce Allah (c.c.) tarafından emredilen ve Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından nasıl yapılacağı öğretilen, niyete bağlı olarak gerçekleştirilen, yaratana karşı saygı ve boyun eğmeyi ifade eden ve yapana sevap kazandıran belirli davranış biçimleridir.
Salih amel
1.
İyi, güzel, yararlı iş ve davranış.
“İman eden kadın olsun erkek olsun kim salih amel işlerse onlara güzel bir
hayat yaşatacağız. Onların sevaplarını yaptıklarının kat kat fazlasıyla
vereceğiz.” (Nahl suresi,
97.ayet.)
2. Dayanaklarını Kur’an-ı Kerim ve sünnetten alan, insanın imanını
güçlendirmek için niyetli olarak yapılan tüm güzel
davranışlar, inançlar, ibadetler ve insanlığın faydasına yapılan işler.
“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir ancak iman edip de
salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine
sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir)” (Asr suresi, 1-3.ayetler.) (MEB,
Dinî Terimler Sözlüğü, s.321.)
2. İSLAM’DA İBADETİN AMACI VE ÖNEMİ
İnsanın yaratılışının gayesi, Yüce Allah’a (c.c.) ibadet etmek ve O’nun rızasını kazanmaya çalışmaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat suresi, 56.ayet.)
İbadet, Allah (c.c.) emrettiği için doğrudan Allah’a yapılır. “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” (Fatiha suresi, 5.ayet.) bu ilkeyi açıkça ifade etmektedir.
Bir davranışın ibadet olabilmesi için, inanılarak, samimiyetle, iyi
niyetle ve dünyaya ait bir menfaat beklemeden yapılması gerekir. Bu
nedenle ibadet, gösterişten uzak, hiçbir karşılık beklemeksizin yalnız
Allah’ın (c.c.) emrini yerine getirmek ve O’nun rızasını
kazanmak için yapılmalıdır.
İbadet, Allah’ın (c.c.) emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır. İbadetin zikir, fikir ve şükür olmak üzere üç boyutu vardır. İbadetin zikir boyutu, Allah (c.c.) inancını zihinde sürekli canlı tutmak, O’nu anmaktır. Fikir boyutu, Allah’ın (c.c.) sıfatlarını ve evrende yarattığı eşsiz güzellikleri düşünmektir. Şükür boyutu ise verilen bütün nimetlerine karşı Allah’a teşekkür etmektir.
İbadet, Allah (c.c) ile iletişimin canlı tutulmasıdır. İbadet ile sürekli canlı tutulan iletişim insana ahlaki erdem kazandırır.
3. İSLAM’DA İBADET YÜKÜMLÜLÜĞÜ
Yüce Allah (c.c.), akıl ve irade ile diğer canlılardan farklı ve üstün yarattığı insanı, çeşitli kabiliyetlerle donatmıştır. İnsanı dilediğini seçme ve yapabilme hürriyetine sahip kılarak yaptıklarından sorumlu tutmuştur. “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyamet suresi, 36. ayet.)
İslam’da dinin emir ve yasakları karşısında sorumluluk ve yükümlülük taşıyan kişilere mükellef denir. İnsan, Allah (c.c) tarafından kendisine teklif edilen kulluk görevlerini kabul etmiş olduğu için mükelleftir.
Akıl nimetinden yoksun olan ve irade kabiliyeti bulunmayan (çocukluk, uyku, baygınlık, delilik gibi ) kimselerin İslam’da ibadet yükümlülüğü yoktur.
İslam’da özgür iradesiyle hareket edebilecek yaş ve olgunluğa gelmiş olan mükellef kimselerin davranışlarına ef ’al-i mükellefin denir.
Ef ’al-i mükellefin
Farz
Vacip Sünnet Mendup Mübah
Haram Mekruh
Farz: Dinen sorumlu sayılan her Müslüman tarafından yapılması kesin olan emirlerdir.
Farzı ayn: Mükellef olan her Müslümanın kendisinin yerine getirmesi gerekli olan farzlardır. Namaz, oruç, hac, zekât gibi temel ibadetler böyledir.
Farzı kifaye: Müslümanların tek tek değil de toplum olarak sorumlu oldukları farzlardır. Örneğin, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemek, şahitlik yapmak, insanların ihtiyacı olan sanatları ve ilimleri öğrenmek ve cenaze namazı kılmak gibi.
Vacip: Vacip, yapılması farz seviyesinde olmayan fakat sünnetten daha kuvvetli olan dinî hükümlerdir. Vacip olan bir emri terk eden kişi farzı terk edenden daha az bir cezayı hak etmiş olur. Vacibin farzdan en önemli farkı, farz inkâr eden dinden çıkar ama vacibi inkâr eden kişi dinden çıkmaz, günahkâr olur.
Sünnet: Sünnet, sünneti müekkede ve sünneti gayr-i müekkede olarak iki kısımda incelenir.
Sünneti müekkede; pekiştirilmiş ve güçlü sünnet demektir. Bunlar, Peygamberimizin (s.a.v.) devamlı olarak yaptığı ve sırf mecburi olmadığını göstermek için ara sıra terk ettiği fiillerdir.
Sünneti gayri müekkede; Hz. Peygamber’in çok defa yerine getirdiği bazen de terk ettiği sünnetlerdir.
Mendup: Terim olarak
yapılması tavsiye edilip övülen fakat yapılmamasında da bir sakınca
bulunmayan eylem veya davranışlara mendup denir.
Mendup, Hz. Peygamber’in bazen yapıp, bazen terk
ettiği işler, nafilelerdir. Mendup sayılan bazı ibadetler
şunlardır: gece namazı, kuşluk namazı, camiye ilk girildiğinde
kılınan namaz, misafire ikram, yollarda sıkıntı veren şeyleri
kaldırma vb.
Mübah: Sözlükte açığa çıkan, açıklanan, serbest bırakılan şey anlamına gelir. Allah veya Resûlü’nün, mükellefi yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiile mübah denir.
Bir fiilin mübah olması ayet ve hadislerde o şeyin helâl olduğunun bildirilmesiyle veya o fiilin işlenmesi hâlinde bir vebal ve günahın, dinî bir sakıncanın bulunmadığının ifade edilmesiyle anlaşılır.
Haram: Bir fiilin haram olabilmesi için ayet ya da hadisle kesin ve bağlayıcı şekilde yasaklanması gerekir. Başkasının malını haksız yere yemek, adam öldürmek, zina etmek, alkollü içki içmek, yalan söylemek, dinin kesin haram kabul ettiği ve yasakladığı bazı fiillerdir.
Mekruh: Allah ve Resûlü’nün, kesin ve bağlayıcı olmayan bir üslupla yapılmamasını istediği fiile mekruh denir.
4. İSLAM’DA İBADETLERDE TEMEL İLKELER
Bir davranışın ibadet sayılabilmesi için birtakım temel ilkeleri içinde bulundurması gerekir. İbadetin Allah (c.c.) tarafından kabul edilmesi bu temel ilkelere uyulmasıyla gerçekleşir. Her ibadetin kendine ait şekil şartları olmakla beraber, genel olarak ibadetlerin geçerli olması Kur’an ve sünnete uygun olması, ibadet niyetiyle ve ihlasla, samimiyetle yerine getirilmesi gerekir.
Kur’an ve Sünnete Uygunluk
İbadetler dinin değişime açık olmayan sahasını oluştururlar. Bu
sebeple ibadet, Kur’an’ın emrettiği, Hz. Peygamber’in de
uygulamalarıyla şekil ve sınırlarını çizdiği biçimde yapılmalıdır. İbadetler,
Kur’an ayetleriyle belirlenmiş, uygulaması ise Peygamber
Efendimiz
(s.a.v.) tarafından yapılarak bizlere öğretilmiş özel davranışlardır.
Kişilerin yapmış oldukları ibadetlerin
geçerli sayılabilmesi için ilk önce o ibadetin Kur’an’da belirtilmesi ve
Peygamberimizin sünnetine
uygun olması gerekir. Zamanın ve şartların değişmesi, ibadetlerin
şeklini ve mahiyetini değiştirmez.
Yüce Allah (c.c.) tarafından emredilen ve Hz. Muhammed (s.a.v.)
tarafından açıklanıp gösterilen şeklin dışındaki ibadetler bid’at olarak
nitelendirilir. Bid’at; Hz.
Peygamber döneminden sonra ortaya çıkan dinî bir delile dayanmayan inanç,
ibadet, fikir ve davranışlardır.
(MEB, Dinî Terimler Sözlüğü, s.40.)
Niyet
İbadet yalnızca ve doğrudan Allah’a yapılmalıdır. İnsan her türlü riyadan ve gösterişten uzak bir şekilde sadece Allah (c.c.) emrettiği için ibadet etmelidir çünkü insanları yaratan, sayısız nimetlerle donatan Yüce Allah’tır.
Bu konu ile ilgili bir ayette: “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.” (Taha suresi, 14. ayet.) buyrulmuştur.
İhlas
Tutum ve davranışlarda sadece Allah’ın hoşnutluğunu gözetme, sözün öze uyması, riyakâr ve ikiyüzlülükten uzak olmak, insanın bütün davranışlarında, sözlerinde, inançlarında ve ibadetlerinde yalnızca Allah’ın rızasını gözetmesi demektir.
İhlas, şirk ve riyadan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel manada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeyi ifade eder. (Süleyman Ateş, “İhlas” maddesi, TDV, İslam Ansiklopedisi, C 21, s.536.)
5. İSLAM’DA İBADET AHLAK İLİŞKİSİ
İbadetler, dinin özünü teşkil eden iman esaslarından sonra dinde
ikinci önemli halkayı oluşturur. Diğer bir ifadeyle din, en yalın
biçimiyle Allah’a inanma ve O’na ibadet etme olduğundan inanç ve ibadet
sistemleri dinin aslî unsurlarını meydana getirir. Buna üçüncü
boyut
olarak ahlak eklenmelidir.
Dua, Allah
(c.c.) ile insan arasındaki en önemli
iletişimlerden biridir. Dua, kişinin Allah (c.c.) ile olan bağını
kuvvetlendiren
ibadetlerdendir.
Günde beş vakit kılınan namaz, insanın yaratıcı ile olan bağını kuvvetlendirir, manevi dünyasını temizler ve zenginleştirir. Namaz insanı kötülüklerden alıkoyar.
Oruç ibadeti, kişiye davranışlarını kontrol etme becerisini kazandırarak karakterinin sağlam ve güçlü olmasını sağlar. İnsan, oruç sayesinde sabrı öğrenir. Kendisine verilen nimetlerin değerini anlar.
Zekât ibadeti, toplumdaki fakirler ile zenginler arasındaki gelir dengesizliğinin giderilmesini sağlar.
Hac ibadeti, Müslüman bir kişiye hem bireysel hem de toplumsal olarak kulluk etmenin manevi hazzını yaşatır. Hac ibadeti, toplumsal olarak Müslümanlar arasındaki yıllık bir buluşma gibidir. Dünyanın her yerinden gelen Müslümanlar birbirleriyle tanışır, kaynaşır ve dost olurlar.
Kurban ibadeti, Müslümanlara kulluk yolunda Allah (c.c.) için her şeyi feda edebileceklerini yaşatır.
6. KUR’AN’DAN MESAJLAR: BAKARA SURESİ 177. AYET
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik kişinin Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman etmesi; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olan kölelere harcaması; namazı kılıp zekâtı vermesidir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takva sahipleri bunlardır.” (Bakara suresi, 177. ayet.)
Bakara suresinin 177. ayeti “Birr ayeti” olarak isimlendirilir. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde bu kavramı şöyle tarif eder: “Birr, ahlâk güzelliğidir.” (Tirmizî, Zühd, 52.)
Birr kavramı, Kur’an’da, iman ve ibadet başta olmak üzere her türlü iyilik, ihsan, itaat, doğruluk, günahsızlık gibi manalarda kullanılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de birr kelimesiyle sıdk (doğruluk-dürüstlük) ve takva kelimeleri arasında, yakın bir ilişki vardır. Bu konu ile ilgili ayetlerde Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur: “İyilik ve takva üzere yardımlaşın ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın…”(Maide suresi, 2. ayet.)
Bu ayet bizlere erdemli olmanın bir örneğini sunmaktadır. Bu
örneğin ilk kısmında İslâm’ın inanç esasları belirtilmekte daha sonra
Allah (c.c.) için sevdiğimiz şeylerden mali yardımlarda bulunmayı, namaz
ve zekât ibadetlerini yerine getirmeyi bizlere emretmektedir.
Yaptığımız
sözleşmelere riayet etmeyi, en zor ve sıkıntılı zamanlarda bile
sabırlı olmak gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır.
TEBRİKLER, ÖZETİN SONUNA GELDİNİZ.
Henüz yorum yapılmamış.